Kayıtlar

Temmuz, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Türk Edebiyatı ve Türk Siyaseti İlişkisi

Türk Edebiyatının Siyasi Hayat Tarafından Şekillendiriliş Tarihi Edebiyat, siyasetten bağımsız olamaz; bir edebiyat eseri her ne kadar siyasetten bağımsız konularda yazılıyor olursa olsun, gerek güncel siyasi hayattan, gerek tarihi süreç boyunca yerleşmiş üst-yapısal faktörlerden tam anlamıyla ayrı olamaz. Bunu Türk siyasi tarihinin olaylarının ve biraz da dünya siyasi tarihinin olaylarının edebi hayattaki etkilerinden açıkça görebiliyoruz. Tanzimat, Servetifünun ve Milli Edebiyat dönemi bunun en açıkça görüldüğü üç dönem olduğundan, ben söz konusu durumun biraz daha bulanık olarak görülebilen Cumhuriyet Dönemini inceleyeceğim. Burada büyük oranda sosyolojik eleştiri kuramından yola çıktığımı belirteyim. Milli Edebiyat Sonrası Toplumcu Dönem (1930-1950) Bu dönem, dünya siyasetinde hem otoriter rejimlerin, hem de sosyalizmin yayılma aşamasında olduğu bir dönemdir. Hızlı değişen dünya, gelişen teknoloji ve toplumsal olarak kızışan dünya siyasi ortamı, Türk edebiyatına fütürizm ola...

Güneşi Batmayan İmparatorluğu Neden Öteki Avrupalı Milletler Kuramadı?

Güneşi Batmayan İmparatorluğu neden Fransızlar, Hollandalılar veya İspanyollar değil de, Britanyalılar kurdu? 15. yüzyılın sonları ve 16. yüzyılın başlarında başlayan keşifler sömürgecilik yarışında, Portekizliler ve İspanyollar başı çekiyordu, öyle güçlüydüler ki, bütün dünyayı kendi aralarında paylaşmayı öngören anlaşmalar (Tordesillas gibi) imzalıyorlardı. Fakat bu devletler, 16. ve 17. yüzyıldan itibaren Fransa ve İngiltere'ye deniz hakimiyetinde bulundukları konumu kaptırdılar. 1588'de İngiliz-İspanyol deniz savaşı, Britanyalılar için bir dönüm noktasıydı, İspanyol Armadası bu savaşta bozguna uğramıştı. Fakat Britanyalıların önünde hala çok büyük rakipler bulunuyordu; Fransızlar, Hollandalılar ve Belçikalılar. 1649'da, iç savaşın muzaffer komutanı ve burjuva devrimci Oliver Cromwell, ülkedeki kral yanlısı feodal beyleri büyük oranda temizleyerek ülkede serbest rekabetin ve sermaye birikiminin önünü açtı. Böylece Britanya öteki devletlerden ekonomi konusunda dah...

Toplum Psikolojisi ve Masonluk

Toplumlarda neredeyse her zaman, halka üstü kapalı şekilde hissettirilmek istenen çeşitli korku odakları var edilmeye çalışılır veya bu odaklar kendi kendine zihinlerde yer edinebilir. Türkiye tarihine baktığımızda bu toplumda 1991'e kadar korku odağı olarak gözüken şey Sovyetler Birliği ve komünizmdir. 1991'de SSCB dağılınca ve dünyada komünizmin etkisi bir hayli zayıflayınca bu kez yeni korku odakları, yeni tehlikelerin ortaya çıkması doğaldı. ABD'ye değinmek gerekrise, bu devlet bir korku odağı olarak görülemezdi doğal olarak. Bunun sebebi ABD ile ilişkilerin çoğu zaman iyi olmasıydı.  Söylentilerin de katkısı ile  (günümüzde var olan veya olmayan)  ''illuminati'' ve ''masonlar'' gibi oluşumlar  ''dünyayı yöneten gizli ve tehlikeli güçler'' adı altında kafalarda yayılmaya başladı. Bu tarz şeffaf olmayan oluşumların zihinlerde yayılması doğaldı, çünkü toplumlar şeffaf olmayan şeylerden korkarlar ve şeffaf olmayan şeyle...

Sovyetler Birliği Emperyalist miydi?

Marksist terminolojinin ve günümüzdeki Marksistlerin kanaatimce, anlamını daraltmak suretiyle çarpıttığı terimler silsilesine bir örnek de emperyalizm terimidir. Lenin'in tanımına göre emperyalizm, kapitalizme özgü ve kapitalizmin en yüksek aşaması; yayılma ve devletin bu büyük kapitalistlere kar ettirme siyasetidir. İçkin olarak ''zalimce ve kötü'' bir terimi, Marksistlerin kendi tarihlerindeki eylemlerden soyutlayıp yalnızca karşıt görüş lere yaftalaması(yapıştırması) burada açıkça ortaya çıkmaktadır. Emperyalizm, bir devletin veya ulusun başka bir devlet veya ulus üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda etkide bulunması iken, Marksistler tarafından bu anlam yalnızca kapitalizme özgü bir anlama kaydırılmaya çalışılmıştır. Bunda Sovyetler Birliği'nin emperyal siyasetini yumuşatma ve öteki emperyal eylemlerden ayırma amacı olabilir. 2. Dünya Savaşının başında SSCB'nin kapitalist Almanya ile Doğu Avrupa'yı paylaşması olgusu bu ayrımın gereksizliğini göste...

Monark mı, Sürekli Bir Devlet Politikası mı?

Monark mı, Sürekli Bir Devlet Politikası mı? Burada Monark, tüm yetkileri elinde toplamış diktatör kavramını ifade ediyor. Fikir, devletin ülküsünü, ideallerini ve politikasını ifade ediyor, ''devlet politikası'' da denebilir. Ve sonuncusu, Güçlü Devlet Politikası + Monark ise, tüm yetkilerin yetenekli diktatörde toplanmış bulunduğu diktatör ile süreklilik gösteren bir devlet politikasının birlikte yürümesini ifade ediyor. Yöneten topluluklar, bu üçünden hangi yolu izlerse daha güçlü ve başarılı olurlar? Cevap şüphesiz ki ''fikir'' etrafında birleşen, sürekli bir devlet politikası güden toplumdur. Tüm yetkileri elinde toplamış şahıslar, etrafındakilere rağmen hata yaparlar. Mussolini, 2. Dünya Savaşına ülkesini sokmak isteyen tek kişiydi, sonuç felaket oldu. Buna birçok örnek verilebilir, tarih, yalnız bir monark etrafında toplanmış ve tüm yetkileri bu kişiye o ölene dek vermiş toplumların rezil rüsva oluşuyla ve hatalarıyla doludur. Öyleyse ilk...

Millet: Tarihselcilik mi, Yapısalcılık mı?

Millet, tarihselci yaklaşımın dediği şekilde kapitalizmle birlikte yaratılmış bir kurgu mu, yoksa kökenci/yapısalcı yaklaşımın söylediği şekilde binlerce yıldır var olan bir olgu mu? İki yaklaşımın da haklı ve haksız, yeterli ve yetersiz söylemleri var. Bunları birleştirip yeni bir yaklaşım kurmak gerekiyor. Millet, birçok konuda belli bir ortaklığı paylaşan insan topluluğuna verilen isimdir. Toplulukta ortak bir dilin konuşulması, Topluluğun ortak bir tarihsel geçmişe sahip olması, Topluluktaki bireylerin birlik ve beraberlik içinde, ortak duyguları paylaşması, Toplulukta kültürel ortaklık bulunması gereklidir. Milli bilinç şartını olmazsa olmaz kabul ettiğimizde, Fransız İhtilali ve yakın çağdan önce de milli bilincin uluslarda var olabileceğini ve tarihte de olmuş olduğunu görüyoruz. Bu sebeplerle, millet yalnızca, kapitalizmden önce var olmayan bir yakın çağ kurgusu değil, binlerce yıllık geçmişi olan, yer yer milli bilincini kaybedip tekrar kazanabilen bir gerçekliktir....

Avrupa'da Aşırı Sağın Yükselişinin Değerlendirilmesi

Gözüken o ki Avrupa'da 20-30 yıl içinde aşırı-sağ büyük bir hızla yükselecek ve büyük ölçüde iktidarları ele geçirecek. Bu partiler genelde mülteci karşıtı, AB karşıtı ve popülist hareketler olarak yükseliyorlar.  Bunlar gösteriyor ki, gelecekte AB'nin dağılma tehlikesi var fakat şahsi görüşüm dağılmayacağı yönünde. Bu noktada Almanya ve Fransa kilit rolü oynayacak, Almanya'da aşırı sağcı AfD ve Fransa'da aşırı sağcı Ulusal  Cephe iktidara gelirlerse, AB'den çıkmak yerine ülkeler arasındaki ekonomik yardımlaşmayı kısıtlamakla vb. yetineceklerini düşünüyorum. Özellikle Polonya(sağ-popülist iktidarın olduğu ülke) ve İspanya, İtalya ve hatta Fransa gibi ülkelerde, AB'den çıkılması ile ilgili bir referanduma gidilse bile, halkın AB'de kalma yönünde bir karar vereceğini söyleyebiliriz. İngiltere'de halk nezdindeki AB karşıtlığı ile karşılaştırıldığında, gelir seviyesi İngiltere'ye kıyasla az olan ve AB'ye birçok yönden muhtaç olan Orta ve birk...

Seçim Analizi (24 Haziran 2018)

Dikkatli bakacak olursak bu seçim bir kavimler göçüdür. AKP'den MHP'ye, MHP'den İYİ Parti'ye, CHP'den HDP'ye ve yine İYİ Parti'ye oy aktı. MHP'den İYİ Parti'ye oy akmadı değil. Ama bu akan oyların yerine önceden AKP'ye verdiği halde, AKP'yi cezalandırdığını düşünüp MHP'ye oy verenler geldi. Yani durum şu: AKP-->MHP-->İYİ Parti<--CHP-->HDP Kan grubu gibi düşünürsek CHP genel verici. İYİ Parti ise genel alıcı. MHP'nin İyi Parti'den daha fazla oy almış olması, milliyetçi tabanın büyük oranda artık İyi Parti'ye geçmiş olduğu gerçeğini değiştirmez, kanıtlayalım: AKP 2015'te %49 almıştı, bu seçimde ise %42 aldı, oylarının yaklaşık %7'sini MHP'ye kaptırmış oldu. Bu %7'lik kesim milliyetçi taban dışında, AKP küskünü değişken muhafazakar-islamcı kesimdir. CHP 2015'te %25 almıştı, bu seçimde ise %22-23 civarında bir oy aldı. Oylarının yaklaşık %2-3'ünü İYİ Parti'ye kaptırmış oldu. ...