Türkiye'nin Ateş Çemberinde Olduğu Yılların Analizi:
2. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye'nin durumundan bahsediliyorsa, en iyi tanımlamalardan biri bu olabilir. Çünkü o yıllarda Türkiye'nin dört bir yanı savaşla kavruluyordu.
Batımızda Balkanlar işgal ediliyor, kuzeyimizde iki dev çarpışıyor, doğumuzda İran müttefiklerce işgal ediliyordu. Hal böyleyken Türkiye nasıl bu şeraitten kurtulabildi? O diplomatik manevraları kısa ve diğer olaylarla senkronize bir şekilde anlatacağız.
Atatürk, hayatta olduğu yıllarda dünyada İtalyan saldırganlığı mevcut olduğundan (Etiyopya işgali vb.) Balkan Antantı ve Sadabad Paktı ile dünyada barış ilkesi doğrultusunda doğru adımlar atıyordu. O hayata veda ettikten sonra ise, dünyada atmosfer onlarca kat daha fazla kızıştı.
İnönü savaşın ilk senesinde İngiltere ve Fransa ile üçlü bir anlaşma imzalamıştı. Buna göre Türkiye'ye herhangi bir saldırı olması durumunda İngiltere ve Fransa bu duruma müdahale edecek ve Türkiye'nin yanında olacaktı. Gerek SSCB tehdidi gerekse de İtalya ve Almanya tehdidi bunda etkili olmuştu. O yıllarda (1939-41) SSCB boş durmuyor, Estonya, Letonya, Litvanya ve Finlandiya gibi ülkeleri işgal ediyordu.
1940'ta Fransa'nın işgal edilmesi üçlü anlaşmayı geçersiz kılmıştı. Almanya hızla yükseliyor, Balkanlara doğru yayılıyordu. Almanya balkanları işgal ettikten sonra İnönü ile Hitler'in mektuplaşmaları ünlüdür. İnönü burada kararlı gözüken ve tarafsızlık belirten bir dil kullanmıştır. Hitler de Türkiye'ye güven vermeye çalışıyordu.
1941'de Almanya ile dostluk paktı da imzalandı. Ama yine de bu sırada Türk orduları Trakya'da konuşlanmış ve sıkıyönetim ilan edilmişti. Türk hükümeti, Almanya'nın antlaşmaları sadece bir kağıt parçasından ibaret olarak gördüğünü ve yırtıp atmakta tereddüt etmediğini biliyordu. (Bkz. Münih Antlaşmasının delinmesi ve Çekoslovakya'nın işgali)
Barbarossa harekatı yılları oldukça sancılıydı. Bu yıllarda İran, Nazi Almanya'sına yakın bir pozisyonda durduğu düşünülerek İngilizler ve Sovyetler tarafından işgal edildi. Bunda İngiltere'nin SSCB'ye bu coğrafyadan yardım götürmesi gerekliliği etkili olmuştu. Türkiye bu durumdan doğal olarak oldukça tedirgin olmuştu. Artık Türkiye'nin dört bir yanı savaş alanıydı.
Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne saldırmasından sonraki yıllarda Müttefikler Türkiye üzerinde savaşa dahil olma yönündeki baskılarını arttırdılar. Bu sırada Almanya da Türkiye'den, Alman askerlerini toprakları üzerinden Kafkasya ve Irak'a geçirmeye ikna etmeye çalışıyordu.
Türkiye çeşitli yöntemlerle iki tarafın da baskılarına karşı tarafsızlığını korumayı başardı. Almanya'nın gücünün zirvesinde olduğu vakitlerde Alman ordusuna Cahit Toydemir gibi generalleri gözlem amacıyla gönderdi, Almanya'ya çelik güçlendirici işlev gören krom maddesini sattı, Almanya'ya onun için tehdit oluşturmadığı izlenimini verdi.
1943 sonrasında Almanya gerilemeye başladığında Churchill ve Roosevelt Türkiye'nin savaşa girmesini iyice istemeye başladılar. Balkanlarda Almanlara karşı bir gedik açılabileceğini umut ediyorlardı. 1943'te Adana görüşmelerinde İnönü Churchill'e savaş için mühimmat bakımından yetersiz oldukları izlenimini veriyordu. Gerçekten de öyleydi, o yıllarda Türkiye'nin talep ettiği mühimmat yardımının sadece %4'ü karşılanmıştı.
Kahire görüşmelerinde Roosevelt, Churchill ve İnönü bir araya geldiler. Burada da Türkiye'nin savaşa girmesi konuşulup talep edildiyse de görüşmeden sonuç alınamadı.
Almanya'nın yenileceği belli olduktan sonra BM üyeliği fırsatı da ortaya çıkınca Almanya'ya savaş ilan edildi. Ama savaşın sonuna yaklaşıldığında bile Türkiye'nin rahat bir nefes alacak vakti olmadı. Savaştan sonra Sovyetler Birliği boğazlarda üs talep edince, Türkiye de ABD'ye ve batı bloğuna yaklaşmak zorunda kaldı ve bu talepler de sonuçsuz kaldı.
Savaş yıllarında Türkiye'nin savaş dışı kalmasını mümkün kılan diplomatik yöntem ve ilkeler şunlardı:
-Gerçekçi, hayalperestlikten uzak bir diplomasi.
-Esnek ve dünya paradigmasına uygun şekillenen bir dış politika.
-Ulusal menfaatleri ideolojik çıkarların önüne koyan bir tavır.
-Gerçekçi, hayalperestlikten uzak bir diplomasi.
-Esnek ve dünya paradigmasına uygun şekillenen bir dış politika.
-Ulusal menfaatleri ideolojik çıkarların önüne koyan bir tavır.
Sonuç olarak söylenmelidir ki, 1939-1945 yıllarında Türkiye'nin diplomatik süreci, bize bir ülkenin dört bir yanı alevler içinde yanarken oradan nasıl kurtulabileceğini gösteren, ibretlik bir diplomatik süreçtir.
Yorumlar
Yorum Gönder